Victoria Fitzwilliam Genel Mod | İngiltere | Kraliçe
Mesaj Sayısı : 143 Lakap : Vic. Ama sesli soyleme, isirir.
| Konu: I. Ana Kurgu: 'Baslangic' Cuma Şub. 01, 2013 12:13 am | |
| Soğuk bir geceydi. Yağmur damlaları derme çatma kulübenin çatısından içeri damlıyordu. Yıllardır tamir edilmeyen tavan her yağmurda böyle akıtırdı. Soyluların ahır olarak bile kullanmayacakları bu yerde ihtiyar Freman ve küçük torunu Jaene yaşıyordu. Freman’ın oğlu, bağlı oldukları derebeyinin emriyle Cermen akınlarına karşı savaşan birliklere katılmış ve cesedi kendi köylüleri tarafından getirilmiş; gelini de kısa bir süre sonra veremden ölmüştü. O günden beri tek avuntusu olan torunu için elinden geleni yapıyordu. İlerleyen yaşına rağmen tarlalarda çalışıyor, sık sık şehir merkezine giderek elde ettiği mahsulü satıyordu. Yine de başlarındaki feodal beyin koyduğu vergiler yüzünden elde avuçta bir şey kalmıyordu. Bu maddi bunalımdan kurtulmalarını sağlayan şey, henüz on bir yaşında olan küçük Jaene’in hiçbir ilaca gereksinim duymadan insanları tedavi ediyor olmasıydı. Bu tedavilerin karşılığında hastalar diledikleri kadar, bir miktar parayı ihtiyar Freman’a veriyorlardı. Köylerindeki ihtiyar bir kadının dizlerindeki ağrıyı, Freman’ın gençken katıldığı bir savaşta yaralanan ve bir türlü iyileşmeyen kolunu ve hatta ağaçtan düşerek bacağını kıran bir çocuğu; hepsini küçük Jaene iyileştirmişti. Herkes bukleli saçları, güzel gülüşü ve şifalı elleriyle bu kız çocuğuna hayrandı. Hatta ihtiyarlar bu kızı Tanrı’nın armağan olarak gönderdiğini bile söylüyorlardı. Kısa zamanda ünü civar kasabalarda yayılan Jaene’in şöhretini bütün Fransa’nın duyduğu hadise, birkaç gün önce gerçekleşmişti. Barbar Cermen süvarileri tarafından atılan bir okla yaralanan, sınır karakolunda görevli bir şövalye arkadaşları tarafından methini duydukları Jaene’e getirilmişti. Şövalyenin sırtına saplanmış iki oku çıkarıp, yarayı kapatan ve bunu sadece elleriyle yapan kızın öyküsü kısa sürede Fransa topraklarında askerler vasıtasıyla yayıldı. Toulouse’daki bir köylü de, Paris’teki bir kont da bu kızdan bahsediyordu artık. Ülkenin çeşitli yerlerinde buna benzer haberlerin duyulması Kilise ve ona bağlı tutucu din adamları tarafından telaşla karşılanmıştı.
“Bu paralarla yeni bir ev alalım. Hatta büyük bir şehre taşınalım! Her zaman Paris’i görmek istiyordum. Annem de Paris’ten gelmişti, değil mi dede?” Küçük kız eski karyolanın altındaki sandığı her gece açıyor ve içindeki altın keseleriyle oynuyordu. Yaralı şövalyenin onlara bıraktığı yüklü miktarda altın sayesinde Jaene’in hayal ettiği şeyler çok da uzak değildi. “Kaldır onları Jaene.” dedi ihtiyar Freman. Tahtaların arasındaki boşluktan dışarıyı gözlüyordu. Kısa zamanda ellerine geçen bu yüklü miktarda paradan köylülerinin haberi vardı. Yıllardır tanıdıkları ve Jaene’den yardım gören o insanların, ellerindeki altınlar üzerinde planları olmazdı elbet. Fakat son zamanlarda pek çok yabancı buraya geliyordu. Yabancılara güven olmaz. “Akan çatıdan, dışarıdaki domuzların kokusundan, kirli karyoladan; hepsinden bıktım!” Mucizevi yetenekleri olsa da, torununun küçük bir çocuk olduğunu hatırlamıştı. Kızın isyanını anlıyordu, fakat burayı terk etmeden önce hesap vermeleri gereken bir derebeyleri vardı. Paralarındaki bu artış Kont Antoine Riviére’in iştahını kabartıyordu. Birkaç gündür silahlı adamlarını köye gönderir olmuştu. Vergi zamanı da gelmediği için bu askerlerin hedefi, şüphesiz, ihtiyar Freman’ın elindeki altınlardı. “Seni anlıyorum tatlım. En kısa zamanda buradan gideceğiz. Söz veriyorum.”
Az sonra, Freman’ın şüphelerini doğru çıkarmak ister gibi, ıslak toprağı döven nal sesleri öfkeyle yankılandı. İhtiyarın kusurlu gözleriyle karanlıkta seçebildiği kadarıyla yirmiden fazla süvari kulübeyi çevrelemişti. Islak yolda gıcırtıyla duran at arabasından güçlü bir ses yükseldi: “Burgonyalı Freman! Dışarı çık!” İhtiyar adam, kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Küçük kız da arkasından yaklaşarak bacağına sarılmıştı. “Korkuyorum dede.” Ne yapacağını bilemez halde, duvara dayanmış tırmığı eline aldı. Jaene’in bakışlarındaki korku, şimdi daha belirgindi. Ona korktuğumu gösteremem. “Korkma tatlım. Sen içeride kal. Söz veriyorum, bir şey olmayacak.” Küçük kız, tek göz kulübenin içindeki yegâne mobilyalarından biri olan antika dolabın içine saklanırken, ihtiyar Freman da kapıya yaptığı destek tahtasını kaldırıyordu. Gıcırtıyla açılan kapının ardından yağmurun altına çıkan ihtiyarın cılız bedeni ve tırmığıyla çok da korkutucu göründüğü söylenemezdi. Islanmaktan hoşlanmayan küheylanlarının öfkeli kişnemeleri ve huysuz hareketlerine rağmen üzerlerinde dengeyle duran zırhlı askerlerin boğuk gülüşleri ihtiyarın kulağına da çalınmıştı. “Ne istiyorsunuz?” diye bağırdı adamlara. “Altınları! Onları bize ver ihtiyar.” dedi, haç kabartmalı bir kalkan taşıyan süvari. Miğferinin siper ettiği kara gözleri, itiraz kabul etmeyeceğini gösteren bir zalimlikle bakıyordu. İçeri gidip altınları getirmeye hazırlanan Freman’ı, yolda duran at arabasındaki adamın sesi durdurmuştu. Yine o güçlü tavırla konuşuyordu: “Burgonyalı Freman. Tanrı’nın sesiyle konuşuyorum. Bizler, kutsal kilise adına buradayız. Yanındaki cadıyı teslim et. Teslim et ki, günahların bağışlansın.” Olduğu yerde duraklayan ihtiyarın duyduklarını idrak etmesi birkaç dakikasını almıştı. Jaene! Benim tatlı Jaene’im! Cadılıkla itham edilen torunuydu: kulübedeki dolapta saklanan küçük, masum kız çocuğu. Kimsenin konuşmadığı bu birkaç dakikada, altınları isteyen adam atını Freman’a biraz daha yaklaştırdı. “O daha bir çocuk! Kimseye zararı olmadı. Sadece yardım etti.” Kara gözlü, sert bakışlı adamın kılıcını çekmesiyle bütün süvariler de onu takip etmiş ve geceyi bir dizi metalik ses doldurmuştu. “Bu fars oyunundan sıkıldım ihtiyar. Altınlarını bana vereceksin, çocuğu da rahiplere.” Ve sonra her şey bir anda oluverdi. İhtiyar, elindeki tırmığı tüm gücüyle karşısındaki atın boğazına sapladığında, süvarisi de kendini çamurların içinde bulmuştu. Diğer atların nal sesleri, savrulan kılıçlar ve kan... Yattığı yerden, askerlerin kulübeye girişlerini görüyordu. Debelendiği çamur birikintisinden çıkarak, yanına gelen adam şimdi miğfersizdi. Kont Antoine Riviére’in kılıcı boğazına inerken, kulaklarına dolan son ses Jaene’in çığlıklarıydı…
……………………………………………………………………………………………….......
Burgonyalı Jaene’in kilise yönetimi tarafından yakalanıp halkın önünde yakılarak infaz edilişi, Orta Çağ Avrupa’sını sonu belirsiz bir karanlığa sürükleyen ilk adım olmuştu. Bilinen, tespit edilen cadı ve büyücüler yakalanarak, aynı şekilde infaz edildiler. Engizisyon mahkemeleri de kendisini tarihe kanlı bir şekilde tanıtmış oldu. Buna benzer uygulamalar kısa sürede tüm Avrupa’ya yayıldı. Feodal yönetimler, tarihe “cadı avı” olarak geçen bu infazlarda dini öğretiden çok kendi hazinelerini doldurmayı amaçlıyordu. Beşere ait, çelikten silahların üzerinde olan bütün güçlere karşı açılmış bir savaştı bu. Kilisenin dini öğretileri, insanların vicdanlarını rahatlatmak için uydurulan bir kılıf gibiydi ve halkın galeyana gelmesini sağlayan bir araç olarak kullanıldı. Issız şatolarındaki vampirler, asırlardır insanlarla birlikte, daha ziyade insanların üzerinde mevkilerde yaşarken; nihayetinde onlar da hedefe dönüştü. Deşifre olanlar acımasızca katledildi. Vampirler için ihtişam ve saadet yılları, yerini sefalet yıllarına bırakırken; hayatta kalmak isteyenler ya göç ettiler ya da kendi türdeşlerine açılan bu savaşta insanların safında kaldılar. Fakat en şiddetli kıyım kurt adamlara karşı gerçekleşti. Köylerde ve kasabalarda, dolunay zamanları büyük zararlar veren Ay’ın çocukları; mesken edindikleri ormanlardan sürüldüler. Kuzeye, soğuk bozkırlara; insanlardan uzak yerlere mahkum edildiler.
Geldikleri bu noktada, ittifaktan ve birlikten başka şansı olmayan ırklar tarihin seyrini değiştirecek bir olaya da arka plandan sebep oldular. İnsanların düşüncelerini şekillendirebilen, zihinlerine girerek onları kontrol altında tutabilen güçlü bir büyücü, nüfuzunu Papa cenaplarının ta kendisi üzerinde uyguladı. Fakir Avrupa’nın dikkatini, Doğu’nun zenginliklerine çevirdi ve Papa’nın emriyle ordular kuruldu. Kutsal Topraklar’da, üç kadim din için de kutsal olan Kudüs surlarında Haçlı sancakları dalgalanmalıydı. Şan, şöhret ve zenginlik peşinde neredeyse tüm feodal beyler askerlerini kutsal savaşa sürdüler. Aç ve sefil halk için de bu yeni topraklar bir umut olmuştu. Fakat bundan önceki savaşları unutulmuştu. Geride kalan, yıllardır baskılara maruz kalan ırklar için bir kurtuluş umudu filizlenmekteydi. Kilise’nin düşman olarak gördüğü güç Doğu iken, ırklar da yeniden insanların arasına karıştılar. Avrupa siyasetinin odağındaki ülkeler kısa sürede onların eline geçmişti. Haliyle ırklar arasındaki bu duruma göre oluşmuş geçici ittifak son buldu. Her ırk hakim olduğu ülkenin çıkarları adına savaşmaya başlamıştı. Bu ayrılığı desteklemeyen, bağımsız bir ırklar topluluğu tam da bu sırada kendini gösterdi. Artık karanlık günler son bulmuştu. Bir zamanlar, kendilerinden altta olan ve bu sayede onlardan korkan insanların baskıları altında eriyen bu doğaüstü güçler şimdi Avrupa sahasına egemen bir konumdaydı. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklar da, yeni gelen bu kudret ve kuvvetle ortaya çıktı. Onlar kendi aralarında bir çekişmeye tutuştukları sırada, İskandinav topraklarında Papa’nın nüfuzundan etkilenmeyen kavimler birlik oluşturdular. Onların amacı da Avrupa’yı yeniden insanların hakimiyetine almaktı. Böylece içinde beş ülkenin yer aldığı kanlı bir oyun başlamış oldu.
Ergunatorotis the Kleptoman | Rus Carimiza sonsuz tesekkurlerimizle.
| |
|