Vogualura
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Vogualura Role Playing Game'e Hosgeldiniz!
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 A Gift & A Friend

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Balder Lindgren
Av-İm Modu | İskandinavya | Prens
Av-İm Modu | İskandinavya | Prens
Balder Lindgren


Mesaj Sayısı : 47
Lakap : Ben Prensim!

A Gift & A Friend Empty
MesajKonu: A Gift & A Friend   A Gift & A Friend I_icon_minitimeC.tesi Şub. 02, 2013 1:26 pm

    Yıl 1196…

    Dünyayı kuvvetli at nalları kasıp kavururken seyahat etmek akıllıca mıdır? Bu sorunun cevabını daha doğduğu an cevaplanıştı Balder. Seyahat edip dünyayı keşfetmek onun damarlarındaki her kan zerresinin arzuladığı şeydi. Dünyadaki savaş halinin onun bu hayallerini de etkilemesini istemiyordu. Sırtında sırt çantası ve yanında yardımcısı Alden ile bu dünyayı ikinci kez keşfe çıkışıydı. Daha önce gezemediği o uçsuz bucaksız minik kasabalardı bu sefer hedefi. Ve atına atladığı gibi de yollara koyulmuştu zeki İskandinavya Prensi.

    Yolculuğa başlayalı daha dört gün olmuştu ama neredeyse bir ülke boyu yol almışlardı. Kendisinden çok fazla olmasa da yaşça büyük olan hizmetkârıyla yolculuk yapmak ona zevk veriyordu. Bu dört gün boyunca bir an olsun yüzünün gülmediğini görmemişti Balder. Ne zaman baksa yaptığı işten memnuniyet bir tavır vardı Alden’ın suratında. Halinden anlaşıldığı gibi o da seyahat edip yeni yerler ve kültürler keşfetmeyi seviyordu. Bir de şu savaş olmasa… Alden, bir keresinde konuşurken ağzından kaçırmıştı: “Bu savaş ağının içinde seyahat etmek zorunda mısınız efendim?” Balder ilk kez fikirlerine karşı böyle bir şey duyuyordu galiba. Çünkü genelde o ne planlarsa doğru kabul edilir ve akıllıca olduğu için onaylanırdı. Ama Alden’ın bu düşündüren huyunu seviyordu Balder. Onun bu sorusuyla planını bir daha teraziye koymuş ama yine de seyahat etmekte karar kılmıştı. Onun fikrine saygı gösteren hizmetkârı da yolculuğu kabul etmişti. Ama içten içe Alden’ın korktuğunu seziyordu genç prens.

    Toprağı haşin bir şekilde döven at nalları yolcuğun başından beri ilk kez duracaktı, bir araştırma yapmak için elbette. Sonunda hiç görmedikleri bir köye gelmişlerdi. Biraz sessiz olan kasaba güneş battığı için serin bir hal almıştı. Rüzgâra ses veren çamaşır iplerindeki beyaz çamaşırların sallamasından başka hareket göremedi Balder. Acaba köy boş mu, diye düşünmeye başladı hemen. Aynı fikre kapılmış olan hizmetkârı “Efendim, köy boş mu dersiniz?” diye mırıldandı. Sanki sessizlik bozulmaya yer arıyormuş gibi çamurda yürüyen ufak sesler duyuldu. Hemen kenardaki yıkılmaya yüz tutmuş bir barakanın ardına çekildiler, atlar oldukları yerde kalabilirlerdi. Şimdi onları almaya vakitleri yoktu.

    Yağmurdan ıslanmış toprak yolda ilerleyen ufak sesler… Barbar kavmin yağmacı insanlarından bir grup olmasına karşın orta boylu hançerini hazırladı Balder. Onunkinden daha uzunca kılıca sahip olan Alden da gardını almıştı. Barakanın sağ ve sol köşelerine çekilip gelecek olan tehlikeye karşı hazır konumda bekliyordular. Çamur sesleri arttıkça Alden’ın elleri terlemeye başladı ama efendisinden tarafa bakmadığı için kendini şanslı hissediyordu. Fakat efendisi onun nasıl da titrediğini görüyordu. Onun endişelenmesi Balder’ı daha da gerdi. O kadar çok gerilmişti ki beynine bıçak saplandı adeta. O soğuk esen rüzgâr, alnındaki terleri yalarken o birden dizlerinin üstüne çökmek zorunda kaldı. O an arkasına bakan Alden, kılıcını kolunun altına aldığı gibi efendisinin yanına koştu. Yüzünü ellerinin arasına aldığında renginin bembeyaz olduğunu görmüştü. Zaten sarışın olan genç, iyicene beyazlamıştı. Alnındaki terleri cebinden çıkardığı mendille silen Alden, matara efendisinin ellerinin arasına sıkıştırdı ve içmesi için yalvarmaya başladı. Efendisine söz geçiremediğini anlayınca mataranın ucunu zorla efendisinin kenetlenmiş çenesi aralayarak ağzına soktu ve devirdi. Balder’ın yanaklarından aşağı sular süzülüyordu ama o bunu hissetmiyordu. Çünkü beynine saplanmış olan sancıyla boğuşmakla meşguldü ve dünyadan sanki uzaklaşmıştı. Kendini artık o yeşil çayırların hâkim olduğu güzel dünyasında gibi hissetmiyordu. Daha çok etrafının alevlerle çevrili olduğunu hissediyor ve o alevlerden kaçmak istiyordu. Alevlerle kaplı çevresinde bir açıklık gördü. Koşar adımlarla oraya ulaşmak istedi fakat alevler onun önünü kesiyordu. Yüzünü koruyarak alevlerin üstünde atlamaya düşündü, artık başka şansı kalmamıştı çünkü. Alevlerden dolayı arkasını bile göremiyordu. Atlayacağı yerin neresi bile olduğunu bilmiyordu ama atlamalıydı. Biraz daha beklese yanıp kül olacaktı. Derin bir nefes aldı ve koluyla yüzünü siper ederek alevlerin üstünden atlayıp diğer tarafa geçti.

    Gözlerini sımsıkı yummuş ve ellerine birbirine kenetlemiş bir şekilde hala dizlerinin üstünde oturuyordu. Yeniden kendine gelmişti. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama yeniden kendini vücudunda hissediyordu. Sanki az önce bedensiz bir varlıkmış gibi olduğunu anımsadı. Gözleri hala sımsıkı kapalı bir şekilde yerde oturduğunu fark etti. Etrafına bakmak istedi ama gözlerini hala açmıyordu. Zihninin bir tarafı neden hala gözlerini açmadığını sorgularken diğer tarafı da açmaması gerektiğini söylüyordu. Etrafına bakındı ve her şeyi görebildiğini fark etti. Karşıdaki geldikleri dağı, köyü çevreleyen çitleri, sırtını yasladığı barakayı ve de Alden’ı. Her şeyi ama her şeyi görebiliyordu. Barakanın arkasını bile! Nasıl oluyordu bu? Yaslandığı duvara doğru baktığında yağmurdan ıslanmış olan çamurlu yolu çok rahatlıkla görebiliyordu. Hatta çamurlu yol üzerinde ses yapan şeyi de! Bir kazın çıkardığı sesten bu kadar etkilenmiş olmasına kendi kendine güldü. Hala efendisinin gözlerini kapalı olduğunu gören Alden, şok içinde efendisinin sessiz hareketlerini izliyordu. Balder’ın birden gözlerini aralamasıyla irkilen Alden “Efendim! İyi misiniz?” diye feryat etti. O ses çıkaran şeyi unutmuştu bile. Bağırınca ona ıslanmış gözlerle bakan efendisini tehlikeye attığını düşündü birden. “Çok özür dilerim efendim. Dikkat çekmek istememiştim.” Balder’ın gülümsemesi daha da arttı. Artık kendine gelmişti ve kendisini rahatlamış hissediyordu. Alden’ın şaşkın ve korkmuş hareketlerine bakarak gülmeden edemiyordu. Oturduğu yeren doğrularak kalktı ve evin ön tarafına doğru yürümeye başladı. Ardından hizmetkârının “Efendim nereye gidiyorsunuz?” söylenmesini dikkate bile almıyordu. Kısa sürede elinde bir kazla gelen efendisini görünce olan şeye anlam veremeyen Alden’a “O kadar sesi çıkartan şey bir kazmış. Ve biz bu kaza çok şey borçluyuz Alden. Çünkü o bana durugörü yeteneğimi kazanmamı sağladı.” dedi. Yarı mutlu yarı şaşkın bir halde “Hani şu ‘Irklar ve Özellikleri’ adlı araştırma kitabında okuduğunuz şeylerden biri mi bu?” dedi Alden. Evet anlamında kafasını salladı Balder. “Ve bu yüzden de bu kazı saraya götürmeliyiz Alden. Artık o da kraliyetin bir üyesi olmalı bence.” dedi.

    Tüm yol boyunca Alden, bir kazın nasıl kraliyet mensubu olacağını düşündü durdu. Biraz saf, biraz da iyi yürekli olan bu hizmetkârla çok eğleniyordu Balder. Tabi, onu kırmamak için de eğlenceyi sınırlamayı biliyordu. Uzunca yol geri dönüldükten sonra Balder, saraydaki tüm herkese bir duyuru yapma gereği duydu. Ne de olsa o kazın çok ama çok büyük bir önemi vardı. Balder’a göre kaz, ailenin sayısını bir nüfus daha artmıştı. Hem de Balder’ın evcil hayvanı olarak…


-SON-
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://cookieandmilkshake.tumblr.com/
 
A Gift & A Friend
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Vogualura :: Bağımsız Alanlar :: Orman-
Buraya geçin: