Vogualura Role Playing Game'e Hosgeldiniz! |
|
| Obscuritas | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Léa Dupin İskandinavya | Elçi
Mesaj Sayısı : 91
| | | | Léa Dupin İskandinavya | Elçi
Mesaj Sayısı : 91
| Konu: Geri: Obscuritas Cuma Şub. 08, 2013 8:02 pm | |
| Her yer sallanıyordu. Her yer. Sanki sürekli biri onu kafasından sarsıyordu. Kafasındaki o illet ıslaklık ve sıcaklık geçmek bilmiyordu, yüzünden hafifçe süzülen kanı elinin tersiyle sildi. Devasa çam ağaçlarının gövdelerine tutunarak ilerlerken, neler olduğunu hatırlamak için beynini zorluyordu. Hadi ama dedi kendi kendine. Veliahtın teslim ettiği mektubu ulaştırmak için yola çıkmıştı; ancak Blekinge Ormanı'na vardığı andan sonrasını hatırlamıyordu. Uyandığında ise hava kararmaya başlamıştı, başında dayanılmaz bir ağrı hissediyordu ve Rus ajanına iletmesi gereken mektup ile küçük hediye, iplikleri sökülmeye başlamış kahverengi postacı çantasında yoktu. Etraf daha fazla sallanmaya başlamıştı, ilerlemeye çalışırken ayağı bir kozalağa takıldı ve yere düştü. Harika. Sanki yeterince acı çekmiyormuş gibi. Yine kurumuş bir ağacın gövdesinden destek alarak güçlükle ayağa kalkabildi. Daha ne kadar yolunun kaldığını bilmiyordu, ne kadar dayanabileceğini de. Ama dayanmak zorundaydı. Eğer burada bayılırsa onu kimse bulamayacaktı ve kan kaybından ölecekti. Nasıl göründüğünü tahmin edemiyordu bile, etmek de istemiyordu zaten. Yüzünün yarısının kan içinde kaldığını hissediyordu, o lanet ıslaklık ve sıcaklık hiç gitmiyordu. Esen kupkuru ve sert rüzgar içine işlemekle kalmayıp onu geriye doğru savuruyordu, artık ağaçlara daha sıkı tutunmaya başlamıştı. Ölmemek için artık Tanrı'ya yalvarmaya başlamıştı, ölmemeliydi, ölmek istemiyordu. Derin bir nefes aldı, tertemiz hava ciğerlerine nüfuz ettiğinde kendini biraz daha dayanıklı hissetti. Gözlerini kapattı. Az kaldı Léa dedi. Birazdan bu kabustan kurtulacaksın. Kendini olabildiğince zorlayarak ilermeye devam etti. Artık orman yolundaki kurumuş yaprakların, yere düşmüş dalların üzerine bastığında kulağına gelen çıtırtılar bile beyninde yankılanıyordu. Yolun ucundaki bina gözüne gözükünce rahat bir nefes aldı, nihayet oraya vardığında devasa ve hangi yüzyıldan kaldığını tahmin edemeyeceğiniz kadar eski kapıyı çalarken Adrian'ın orada olması için dua ediyordu. Sadece kapıyı yumruklayabiliyordu, Adrian'a seslenmek istedi ama ağzını açamıyordu bile. Adrian sonunda kapıyı açtığında, söz almak istercesine işaret parmağını havaya kaldırdı, ağzını açtı, hiçbir şey söyleyemedi. Etrafındaki her şey yavaşça kararıyordu ve kulağını tırmalayan milyonlarca ses duyuyordu.
En son Léa Dupin tarafından Cuma Mart 01, 2013 8:18 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Adrian Blomgren İskandinavya | Elçi
Mesaj Sayısı : 15
| Konu: Geri: Obscuritas Perş. Şub. 21, 2013 3:33 pm | |
| Bazen kafanızdaki düşüncelerin gerçekliğine inanmayıp onları fark etmemek için her şeyi yapardınız. Adrian da şu anda buna benzer durumun içinde bulmuştu kendini; kafasındaki tek bir düşünceden uzaklaşmak için delice haritalara bakınıyor, daha önceden kalmış elçi raporlarını kontrol ediyor, gezginlerin başka diyarlar hakkında edindikleri bilgiler içeren kitapları okuyordu. Yine de hiçbiri kafasındaki düşünceleri dağıtmak için yeterince güçlü bir dikkat dağılması değildi, zihni sürekli Léa'ya gidip duruyordu ve bu da onu birkaç kilometre koşmuş kadar yıpratıyordu. Kadın bir göreve gittiği zaman sürekli endişelenmesi ne kadar normaldi, kendisi bile bundan tam olarak emin değildi ama düşüncelerini dizginlemekte daha önce hiç olmadığı kadar zorlanıyordu. Küçük bir çocuğun banyo yapmak istemeyip annesinden kaçmasına benziyordu onun bu endişesinden kaçması; sonunda onu yakalayıp zorla götürüyordu. Derin bir nefes aldı ve anlam veremediği bu endişeleri zihninin arka köşelerine attı, eğer biraz daha endişelenirse sonunda kendini hasta edecekti ve bu da kimsenin yararına olmayacaktı. Oturduğu rahat sayılabilecek düzgün bir şekilde şekillendirilmiş tahta tabureden fırladı ve bir ileri bir geri yürümeye başladı odanın ortasında. Etrafına bakınıyordu bir yandan da, belki gözüne bir şey takılırdı da içindeki bu bitmeyecek gibi gelen fırtınalar dinerdi ve ruhu da biraz olsun huzura erişirdi. Birkaç dakika etrafına bakındıktan sonra aniden duruverdi ve derin bir nefes alıp yere oturdu, sonunda sakinleşmeyi başarıyordu az da olsa. Tahta raflarda duran kalın kitapların tozlu ama çekici görüntüsü, üzerine oturduğu tahtadan gelen o hafif gıcırtı sesleri, kendi özel odasında bulunmasının ona verdiği aitlik hissi sayesinde içinde olup biten bütün fırtınalar durulmuş ve adamı kendi haline bırakmaya karar vermişti endişe ve onu yiyip bitiren merak. Müteşekkir bir gülümseme yayıldı yüzüne ve yaydığı hava değişti, daha canlı ve parlak bir şeye dönüştü. O yüzden ayağa kalktı ve odayı terk etti, mutluluğunu başkalarıyla da paylaşma ihtiyacı duyuyordu. Böylesine güzel bir hissi sadece kendisine saklaması bencillikten öte bir şey olurdu. Kraliyetle uzun süre konuştuktan sonra elde ettiği bu iki katlı küçük eve baktı, burayı elçilerin karargahı olarak kullanıyordu. İçinde sadece kendisi ve Léa dışında birkaç kişi daha vardı elbet; arşivciler, araştırmacılar, meraklı gezginler. Herkese kapıları açıktı, sadece onların yüzünde sıcak bir samimiyet ve gözlerinde bilgiye açlıktan oluşmuş o kocaman parıltıyı görmeliydi Adrian. Kendi odası yukarıda olduğu ve çoğu insan zemin katta bulunduğu için hızla merdivenlerden aşağıya indi, onların yavaşlaması için bağıran gıcırtılarını aldırmamıştı. Mutluluğun verdiği o yavaşlama hissiyle hareketleri duruldu, yavaş yavaş öbürlerine doğru yürümeye başladı. O sırada ise ana kapının çalınmasıyla bulunduğu oda yankılandı. Son derece mesut bir halde olduğu için kapıya bakmaya ıslık çalarak gitti, bu binayı özümseyip benimsediği için kapılara hizmetlilerin bakması gereğini görmüyordu. Sonuçta onlar da bir bireydi, kendisi de; rütbenin bu kadar önemi olmamalıydı şu kısa ömürde. Kapıyı güler yüzle açtı adam ama karşısındaki manzara karşısında yüzündeki gülümseme aniden silindi. Onun yerine savaşların içinde büyüyen bir çocuğun sarsılmış ifadesi yerleşti yüzüne, hissettiklerinin de ondan hiç aşağıya kalır bir yanı yoktu. Karşısındaki Léa'ydı ve yaralanmış bir haldeydi, yorgun ve bitkin. Adam donakaldı, ne mantıklı fikirler gelebiliyordu kafasına ne de vücudu hareket edebiliyordu. Kızın hafifçe ağzını açtı ama hiçbir sözcük çıkamadan ağzından yere devrildi. Adrian derin bir nefes aldı dehşetle, sanki kız bayılmadan önce zaman durmuştu ve o bayılınca tekrar akmaya başlamıştı. Hemen kızı yerden kaldırıp onu sıkıca kavradı ve insanlara bağırmaya başladı. Léa'yı içeri bir yerlere doğru taşıyordu, güvene ve sıcaklığa. Bir hizmetliden doktor çağırmasını isterken onu binanın içinde bulunan odalardan bir tanesine götürüp beyaz çarşaflı, eski bir yatağa yatırdı ve bir süre kızın nefes alıp verişini izledi. Hırpalanmış görünüyordu, narin bedeni çürükler ve çiziklerle doluydu; onu böyle görmek genç adamı mahvediyordu tam anlamıyla. Bir tabure çekti kızın yanına ve çekingence elini tuttu, ona güç vermek istiyordu. 'Senin için buradayım, her zaman Léa' düşüncesi geçerken aklından ise bu fikir onu afallattı çünkü dediği her kelimeyi gerçekten kalbinin derinliklerinden gelerek demişti.
| |
| | | Léa Dupin İskandinavya | Elçi
Mesaj Sayısı : 91
| Konu: Geri: Obscuritas Cuma Mart 01, 2013 8:34 pm | |
| Sağ gözünü hafifçe aralar aralamaz yansıyan ışık canını yakmıştı. Gözünü yeniden kapadı ama artık çok geçti, ışık kaynağının silüeti belirivermişti karanlıkta. Kaç saattir uyuduğunu bilmiyordu, ya da kaç gündür. Tek bildiği şey beyninin zonkladığıydı; öyle bir zonklamaydı ki bu birinin kafasını kesmesini tercih edebilirdi belki de. Başının sol kısmında hiçbir şey yokken sağ tarafının ağrıyor olması ise biraz daha devam ederse sinir hastası edebilirdi Léa'yı. Hafifçe doğrulmaya çalıştı yattığı yerden; fakat kafasını yavaşça kaldırmasıyla geri serbest bırakması bir oldu. Yattığı yerden kalkması imkansızdı; bir süre de pek mümkün olacak gibi görünmüyordu. Mor halkalarla çevrelenmiş gözlerini ovuşturdu zar zor yumruk yaptığı elleriyle, sonunda açabilmişti onları. İyice kamaşan gözlerini kırpıştırdıktan sonra başını bir milim oynatmadan etrafı inceledi gözleriyle. Her şey iyi güzeldi de, neresiydi burası? Kaşlarını çatarak odanın tüm detaylarını incelemeye başladı, hayır, burası hiçbir şekilde tanıdık değildi. Evi olmadığından emindi, en azından evini tanıyamayacak kadar hafızasını kaybetmemiş olmayı umuyordu. Depolarına kadar her odasını karıştırdığı -hatta bu yüzden Adrian'dan ve diğerlerinden şamarı yediği- karargah da olamazdı, bu kadar değişmiş olması için yıllardır uyuyor olması lazımdı ki bu ihtimali göz önünde bulundurmak bile istemiyordu. Tanıdık bir yerde olmadığı apaçıktı, o zaman neredeydi? Nereye getirmişlerdi onu? İç geçirdi gözlerini devirerek, tüm bunlar çok saçmaydı. Derken beyninde bir şimşek çakar gibi oldu, gözleri faltaşı gibi açıldı ne olduğunu idrak edince. Kaçırılmıştı. Evet kesinlikle kaçırılmıştı. Yattığı yerden doğruldu en nihayetinde, kaburgalarının kırıldığını hissederek tabii. Gözlerini tavana dikerek başından geçenleri hatırlamak için zorladı kendini. Göreve giderken başına sert bir şey çarpar gibi olmuştu; uyandığında da başı kanıyordu ve tüm kemikleri kırılmış gibi hissediyordu. Sonra da karargaha gelmişti işte, yanlış mı hatırlıyordu? Hayal mi görmüştü? "Galiba deliriyorum." diye mırıldandı kafasını kaşırken. Toparlanmak için başını iki yana sallarken kapının kulbunun çevrildiğini gördü, paniklemişti. Eski kapı gıcırdayarak yavaşça aralanırken hızlıca etrafına bakındı kız ve komidinde duran eflatun rengi porselen vazoyu kaptığı gibi kapının olduğu tarafa doğru fırlattı. - Spoiler:
#806D7E
| |
| | | | Obscuritas | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|