XV. Yüz yıl, İngiltere'de bir köy
Genç kızın koyu kırmızı sıcak kanının yüzüne sıçramasıyla gerçeğe döndü. Artık kendi hayatından çok sevdiği kardeşi yanında olamayacaktı. Artık kimse ona güçlü olmasını ve ayakta kalmasını söylemeyecekti . Gözleri acı gerçekle açıldı. Hayatı boyunca hiç rastlamadığı ölüm bende buradayım dercesine ona acı bir tokat atmıştı. Gözlerinden akan yaşlar yüzüne sıçrayan kanla birleşmiş yüzünde ki tozu toprağı temizlemişti. Artık ne büyücülükle suçlanan annesini, Ne de ölecek oluşu umurunda değildi. Artık tek umurunda olan şey kardeşini öldüren o pisliği dünyadan temizlemek ve kardeşinin intikamını almaktı. Ortalığı yırtan bir çığlık attı. Son kez vücudundan kanı çekilmiş kardeşinin cesedine bir öpücük kondurdu. Artık kimsenin dikkatini çekmeyen ağacın altında duran kılıcı eline aldı ve soğuk buz mavisi gözleriyle vampiri aramaya başladı. Derin bir nefes aldı ve dudaklarından şu kelimeler döküldü. ''Bende yanına geliyorum El.''
Beş Saat Önce Elindeki gülün eline batmasıyla dudaklarının arasından kısa bir çığlık çıktı. Lanetler okuduktan sonra gülü örme sepete attı. Bu gün de her zaman ki gibi annesiyle birlikte ilaç yapılacak bitkileri toplamak için bu güzel ormana gelmişlerdi. Annesi hem kilisede çalışıyor, hem de bitkilerden yaptığı ilaçlarla köydeki fakir ve hasta çocukları iyileştirmeye çalışıyordu. Mi o kanı vücudundan çekilmiş, donuk gözlerle boşluğa bakan delik deşik insanları hatırlayınca korkuyla irkildi. Annesi neredeyse iki yıldan beri bu hastalıkla uğraşıyordu ama hala daha insanların ölmesini önleyememişti.
Sıkıntıyla kafasını onlarca çiçeğin üzerinden kaldırıp kafasındaki siyah bulutları dağıtmak için yeşilin her tonuna bürünmüş ormana göz gezdirdi. Kocaman heybetli ağaçlar ormanın güzelliğini saklamak istercesine yapraklarıyla ormanı saklıyordu. Az önce yağan yağmurun kokusu ıhlamur, ve adını bilmediği onlarca bitkinin kokusuyla karışmıştı. Yağmur damlaları ise inci gibi çiçeklerin yapraklarının üzerinde parıldıyordu.Ormanın sessizliğini yavaşça akan küçük dere ve etrafta koşan tavşanların kuru yapraklara basmasıyla oluşan çıtırtılı sesler bozuyordu.Kuşlar arada bir şarkı söylüyor, bazen de kendi aralarında konuşuyorlardı. Güneş ise en sıcak haline bürünmüş, mutlulukla ormanı ısıtıyordu. Ormanda ki durgunluk annesinin koşar adımlarla ona gelmesiyle kesildi.
''Mi! Burada ne arıyorsun? Ben sana benim yanımdan ayrılma dememiş miydim?'' Mi kızgınlıkla annesinin yüzüne baktı. Annesiyle yaşıyor olmasının tek nedeni kız kardeşi Avalon'du. Tam annesine cevap verecekken evlerinden gelen çığlık sesiyle Mi olduğu yerde kalakaldı. Çığlık atan kişi kardeşiydi. Mi eğer ona bir şey olursa yaşayamayacağını biliyordu. Oturduğu yerden hızlıca kalktı. Sinirli gözlerle istifini bozmamış annesine baktı.
''Ne duruyorsun! Çığlık atan Avalon'du.'' Kadın acı dolu gözlerle Mi'ye baktı. Sanki söyleyeceği kelimeler; onun soğuk kalbine saplanıyormuş gibiydi.
''Üzgünüm Mi. Ama ben gelemem. Size bu kadar yardım edebilirim.'' Şaşkınlıkla annesine baktı. Annesinin kötü, bencil ve çekilmez biri olduğunu biliyordu. Ama bu kadarı fazlaydı. Son kez kızgınlıkla annesine baktı ve koşar adımlarla yaşadıkları küçük kulübeye doğru koşmaya başladı.
Evlerine vardığında evin darmadağınık olduğunu gördü. Bahçede ki çiçekler ezilmiş, köpek kulübesi yıkılmış ve duvarlar kılıçtan geçirilmişti. Korkuyla içeri girdi. İçeride kiliseden geldiği anlaşılan bir düzüne asker elinde meşalelerle evi yakmaya hazırlanıyorlardı. Kardeşi bir köşede gözleri yaşlar içinde olanları izliyor, bir yandan da elindeki oyuncağına sarılmış kulağına korkmamasını fısıldıyordu. Korku dolu gözlerle olanları izledikten sonra cesaretle bağırdı.
''Durun!'' Askerler şaşkınlıkla ona baktı. Küçük kardeşi ise koşar adımlarla ona geldi ve sarıldı. Diğer askerlerden rütbe olarak üstün olduğu anlaşılan yaşlı kel keçi sakallı adam ise sadece gülümsedi.
''Bayan Sillan annenizin nerede olduğunu söylerseniz eviniz yanmaktan kurtulur, söylemezseniz kilisenin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak sizi ve annenizi büyücülükle suçlar,hepinizi öldürürüm.'' Mi kaşlarını çattı. Doğduğu günden beri annesinin böyle işler karıştırdığını biliyordu. Ve yaptıkları yüzünden Mi ve kardeşi öleceklerdi . Derin bir nefes aldı ve yaşlı adama döndü. ''Bakın, ben ve kardeşim kesinlikle öyle işlere karışmadık.'' Yaşlı adamın yüzündeki gülümseme genişledi.
''Peki o zaman. Askerler, bayanları tutuklayın.'' Mi gözlerini pas kokulu bir hücrede açtı.Yerlerde ve duvarlarda kurumuş kan lekeleri vardı. Metalik bir kokuyla birleşmiş kan kokusu insanın bir kaç saniyede içini kaldırmasına yetiyordu. Küçücük pencereden ayın kasvetli ışığı hücreyi aydınlatıyordu. Korkutucu sessizlikte dışarıdan gelen yarasa sesleri ve askerlerin botlarının yürürken çıkardığı tok sesler duyuluyordu. Kardeşi ise kısa bir süre önce uyuya kalmış, onun kıvrılmış yatıyordu. Küçük kızın vücudundaki morluklar, gümüşi ay ışığı altında hafifçe parlıyordu. Tam uykunun tuzağına düşecekken dışarıdan gelen çığlık sesleriyle uykusu kaçtı. Korkuyla kardeşine sarıldı. Bir saat sonra etraf durulmuşken bu sefer hücrenin duvarları yumruklanmaya başladı ve bir kaç yumruktan sonra taş kaplı duvar yıkıldı. Mi korkuyla gözlerini kapadı. Bir kaç saniye sonra gözlerini açmaya cesaret edince gözlerinin hep kapalı olmasını ve o yaratığı görmemeyi dileyecekti.
Karşısında kıpkırmızı gözleri olan ağzı kanla kaplanmış yeşil gözlü sarışın ve yakışıklı biri duruyordu. Mi korkuyla titredi. Demek köyde ki insanları öldüren hastalık değil bu yaratıktı. Derin bir nefes aldı ve karşısındakine seslendi.
''Ölmek için hazırım.'' Gözlerini tekrar kapadı ve büyük bir acı duymayı bekledi. Ama tek olan şey karşısındaki kişinin gülüşü oldu. '
'Hayır tatlım. Bu gün olmaz.Ben sadece kardeşini istiyorum. Kader zaten sizi bir gün tekrar bir araya getirecek.'' Daha sonra Mi'nin yanına yaklaşıp onun kucağında uyuyan El'i yavaşça çekip aldı ve uzun, sivri, keskin dişlerini küçük kızın boynuna geçirdi. Mi ise korkuyla hayatında sevdiği tek kişinin kanının vücudundan çekilmesini izliyordu. Kızın son damla kanının yüzüne sıçramasıyla kendine geldi. Kardeşi ölmüş, o bir şey yapamamıştı. Vampirin dikkatini çekmemeye çalışarak artık üç duvar olan hücreden çıktı. Çevresine bakınmaya başladı. Bir vampire neyin zarar verebileceğini bilmiyordu ama kardeşinin intikamını almazsa da kaderden öleceğini adı gibi biliyordu. Sonunda bir ağaç altında ölü bir askere ait olduğunu tahmin ettiği bir kılıcı eline aldı ve soğuk mavi gözlerle vampiri aramaya başladı. Gözleri vampiri bulduğunda ise saldırmak için hazırdı. Son kez nefes aldı ve koşmaya başladı.
Elinde kılıç olmasına rağmen vampir onu tek eliyle devirmişti .Hayatında kendini hiç bu kadar güçsüz hissetmemişti . Kardeşinin intikamını alamamıştı. Ağlarken vampirin gözlerinin onun üzerinde olduğunu hissediyordu . Artık mücadele etmek için hiç bir nedeni kalmamıştı.Gözlerini kapadı ve ölümü beklemeye başladı.
[/right]