Vogualura
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Vogualura Role Playing Game'e Hosgeldiniz!
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Dieudonné

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Sorcha Dieudonné




Mesaj Sayısı : 2

Dieudonné Empty
MesajKonu: Dieudonné   Dieudonné I_icon_minitimeÇarş. Mart 06, 2013 8:14 am

Christ.
Gözlerimin benden alınması çaresizliğimin en katı göstergesi olmasına rağmen üç yaşından beri bunun yokluğunu çok fazla hissetmiyorum, zira bakışlarıma gerilen siyah perde diğer duyu organlarımı gören insanlardan çok daha fazla kullanmama, çok daha fazla geliştirmeme ve kendimi nefes alan herkesten çok daha temiz hissetmeme sebep oluyor. Hayatta pek çok şey benim için ‘kıymetli’ olarak addedilmiş olmasına rağmen tek bir şeyin yokluğu, bir anlığına yanımdan gidişi beni tarifi henüz keşfedilmemiş bir hüsrana boğuyor. En kıymetlim, bana ait olan tek şey; Syrinx Aethra Rouvas. Güneşi gözünüzü almasından tanırsınız siz, ben güneşimi, Aethra’yı tenimde bıraktığı okşayışlarla tanımıştım sizden farklı olarak. Anılarımın gerisinde anımsadığım kuzgun karası saçlarıma dokunduğundan bu güne dek saç diplerimi çekiştiren bir özlemle hısım kılan sevecen okşayışlarla. Bir ilahi söylemek için ziyadesiyle şuh, ancak bir erkeğin bedenindeki arzuları kamçılamak içinse oldukça kıvamında olan sesimle insanlığın boyun eğdiği değerleri görmeyi reddediyorum. Kaybettiğim savaşın tek izi gözlerime çekilmiş milden ibaretken diğerlerinin ‘gurur’ dayatmasına, Oğul İsa’nın yaklaşımıyla bakıyorum, görmüyorum. Pek çok günahlara olduğu gibi bu günaha da kapatırken bedenimi ve İsa’nın dahi yaptığı hataları yapmaktan kaçınırken bir tek Tanrı’nın sevgisini arzu ettiğimi açıkça belirtiyorum, kazandıkça zalimleşen, kaybettikçe vahşileşen insanların aksine derin bir nefes alıp sükût içinde bulunan çehremin kutsiyetine dokundurmuyorum. Devamında, kör olmak, Tanrı’ya hizmet etmek fazla bir sevgi gerektiriyor diye düşünebilirsiniz, ancak ben bir Mugglemuşçasına Sırplar arasında, gösterişsiz bir evde ve büyü konusunda şu efsane Harry Potter’ın vekil ailesi gibi katı görüşlere sahip olan dayımla; onun şişko, yerinden kalkamayan ve sürekli güzel olduğunu söyleyip kör bir kıza dahi bunu onaylatma ihtiyacı hisseden eşiyle yaşıyorum. Pardon yaşıyordum, şu an ise nerede olduğumu bilmiyorum.

Birkaç Hafta Önce, Mısır. Kara Kule Yakınları.

Kül rengi kirpiklerini titreterek açtığı sırada içinde bir ilahinin kalbinin en temiz köşelerinde canlanarak umudunu uyandırdığını bilse de, tenini tırmalamakta olan güneşin merhametsiz saldırılarına karşı umudunun ayakta kalması düşünülür dahi değildi. Suratını yakan kumun varlığından rahatsız olarak doğrulduğunda bilmediği bir dilde iki adamın tartışmacı bir şekilde konuşmalarına şahit oluyor, bir tepeden esen sıcak rüzgârın uğultusuyla ümitleniyor ve birbirine vurulan demir sesleriyle ürküyordu. Kilisede alışkın olduğu sesler, ya da evindeki televizyon gürültüsünden farklı olarak bir parça umutsuzluğun kuru çığlığının, gırtlakları yırtarak ortaya dökülmesine şahit olduğunda kendisinde emanet olsa da cesaretin damarlarını kavuruşunu hissetmişti. Birisinin kabaca nasır bağlamış elleriyle bileklerinden yakalayıp kendisini doğrulttuğunda herhangi bir şekilde karşılık vermek için fazlasıyla boştu bedeni ve bilekleri bunu yapmak için koca bir fırtınanın karşısındaki küçük, ince bir dal parçasından farksızdı. Boynundan aşağı bırakılan fısıltılara, kulak zarı patlatmak için özenle atılmış ancak hiçbir özelliği olmayan kahkahalara karşı olan tiksintisinin ikinci bir deri gibi kendisini sarmaya başladığında dua sığındığı sağlam tek limanıydı; üç yaşından beri ruhunun kaybedildiğine dair bahisler ortada gezinmeye başladığı zamanlarda olduğu gibi. Birisinin bu lanet kahkahayı ve sessizliği yırtıp çirkin parmağını kendisine doğrultarak ‘Şeytan!’ demesini ve herkese doğumuyla ilgili talihsizliği abartılarla anlatmasını bekliyor olsa da kahkahalar kesilmedi ve kimse doğumu ile ilgili o korkunç hikâyeyi çarpıtarak anlatma girişiminde bulunmadı. Korkuyla titriyorken dahi, beklediği bu kâbusu yaşatmayan bileklerini bir iple sıkıca sarmış bu insanlara karşı merhamet filizlendi yüreğinde. Bazen kiliseye girmesi ile ilgili sebepleri kendisine sorarken hiç beklemediği bir şekilde, insanlara yardım etmek için değil kendisini ve babasının soyadını aklamak istediği hakikatiyle çarpışmak zorunda kalıyordu. Lakin Syrinx’in ilgisini her geçen yaz azalsa da üzerinde hissettiğinde aklanması gereken bir sorun olduğunu düşünmüyordu, annesinin doğum yaparken meydana gelen pek çok talihsizlik ruhunun olmadığını, kilise tarafından şeytanın tohumu olarak görülmeyeceğini ve diğer pek çok şeyle beraber. Kendisi için yazılmış basit, ancak son bir sahnesi olduğunu kanıksar gibiydi. Belki yarın Seiren Rouvas adında bir kızın cansız bedeni, hem Muggle hem de büyücü dünyasını sarsacaktı. Ne olursa olsun Rouvas olduğum bilinmemeli, diye düşündü ve arkasındaki adamın kendisini ittirmesiyle aheste aheste attığını adımlarını hızlandırdı.
“Rouvas piçi bu mu?” Adam bilerek kendi diliyle konuşuyor gibi gelmişti, küfür etmesine aldırmamaya çalışarak kendisine yöneltilen itham karşısında dudağına gömdü dişlerini. Yine de utancıyla arsızlaştırmak istemedi karşısındaki sapkını. Dimdikti, omuzları.
“Ailesine ulaşamadık. Ne yapalım? Salamayız artık…” Bütün gün boyunca arkasındaki adamın tarazlanmış sesini de bilmediği bir dille konuşurken işitmiş olsa da sonunu bilerek yok olmasını istercesine akıcı bir İngilizce hâkimdi ortama.
“Yak.” Emir netti, bir şeytan gibi yakılacaktı, bacaklarının çözüldüğünü hissetse de dizlerinin üzerine çöküp ölümünü emreden adamın kibrini beslemeyecekti.




“Sonrasında Claudius’a söyle bedeni yok etsin.”
~~
Lust.
Daha önce pek çok şey anlattım hakkımda, basit çocukça ve belki de evrensel mesaj niteliğindeydi bunlar. Bozuk bir mürekkepli kalemin yazdığı kaderin en ilginç kısmı için bu büyü yoksulu yerde kaç gün geçirdiğimi anımsayacak kadar iyi değil hafızam. Kendimle ilgili pek çok şey fark etmeye başladığım da doğrudur, ama en önemlisi görebiliyorum. Belki net değil her şey ancak hiç görmeyen birisi için karanlıkta yakılan o kibrit tanesinin önemini anlatabilecek kadar hissiz olduğumu da düşünmüyorum. Geçmişime baktığımda buruk bir tebessüm döküyorum hâlâ, gözlerimi açtığımda alabildiğine yeşil bir yerde olmam ‘cennet’ denilen şeyin varlığını doğrular nitelikte. Ne basitmişiz dünyada, kanadıkça kanatmış, kanattıkça vahşileşmişiz. Biz düştük diye herkesin düşmesini beklemiş, hemen ardından da kendimizi, dilimizi, gücümüzü ve yadsınamaz bir şekilde bedenimizi kullanarak yoldan çıkarmışız her kararsız insanı. Oğul İsa’nın düşmediği onlarca aldatmaca içinde debelenirken daha çok batmış, battıkça da daha çok debelenmişiz. Anlamsız bir çelişkiden ibaretken pervasızlığımızdan ödün vermemiş, yakmış, yıkmış, parçalamış ve en sonunda sanki buna hakkımız varmışçasına hükmetmişiz. Aslında biz kaybetmişiz. Her insan gibi dizlerimiz üzerine düşmüş, kanayan dizlerimizi bu halinden biz sorumlu değilmişiz gibi başkalarına temizletmeye çalışmışız yaramızı. Daha çok kanamış, bittabi en sonunda mikrop kapmışız. Anne sütünden daha akken rengimiz günahlarının karasını çalmışız suratımıza. Ben bunları görmemiştim, ancak yapan insanları doğruya yöneltecek kadar güçlü ya da düşünceli olmadığım cihetindendir ki daha kara rengim onlardan.

Bugün, Silvanesti Ormanları. Than-Thalas Nehri Yakınları.

Parmaklarını cennet saydığı yerin üzerinde bitmiş çimenlerin yeşillikleri arasında gezdirirken yeni keşfinin tadını çıkarmak için uzandı sırtının üzerine. Gökyüzüne çevirdi bakışlarını, hiç bu kadar özgür hissetmiş miydi bu güne dek? Nehir üzerindeki yansımasını izlerken bedenini beğenmiş, iki ruhlu bir canavar gibi bakışlarının üzerine çekilmiş ay taşı rengi ve sığ okyanus mavisinden ziyadesiyle ürkmüştü. Yine de şanslıydı, bir gün cehennemin harlanmış ateşlerine davet edilecek olsa da işittiği bu güzel sesler, uzlaşılmaz gökyüzü ve kendisine son kez hakikat bahşeden puslu bakışları yaşadığı anlar içerisinde Syrinx’le geçenler bir kenara ayrılırsa en iyisi sayılırdı. Syrinx… Uzun bir süre kendisiyle beraber kaldıktan sonra tekrar gitmesine anlam veremediği kardeşini, bunca güzelliğin arasında özleyebilmesi kalbindeki lekesiz tek yerin ona ait olmasından kaynaklanıyordu. Peki, ya o platin saçlı kız? Zihnini zorlayarak görülerinde kendisiyle beraber çürüyen bakışlarından birisine tıpatıp sahip olan genç cadının kim olduğunu henüz bilmediği halde, bugün burada olmasının ellerinden düşürmediği bu iki saiyi kullanabilmesinin onunla alakası olduğunu düşünüyordu. Bir an umutsuzluğa kapılmasının, hemen sonra sevinçli bir halin içinde olmasının da onunla alakası olmalıydı, ya da öyle olmasını umut ediyordu. Zira o bugüne dek hiç öfke duymamıştı, beslenmek için öldürdüğü hayvanların kanına ellerini buladığında bundan da zevk alacağını bu yaşına dek hiç düşünmemişti. Düşünceli bir şekilde kaşlarını çatarken doğruldu, taşlar üzerinde dengesini kaybetmeden sekerek nehrin durgunlaştığı yere kadar koştu tüm kuvvetiyle. Hemen sonrasında nehrin ortasında duran ve suyun dokunmadığı kayanın üzerine zıpladı. İşte, mabedine gelmişti.
“Evet, Theagan. Sahne sesinin.
Keep close, Darling got me, He moves slowly from me.(...)
Serin kayanın üzerinde bir ayağını ileri bırakıp diğerini kendisine çekerek kurulduğunda yaratılışından bu yana taşıdığı özgüvenle doğaya bıraktığı mırıltılar, nehri besleyen suların düşüşünün gürültüsü ve kuşların eşlik etme çabaları ile yek olmuş, içinde kudretini arttıran alevlerin birer elçisiydi. Dudaklarını okşayarak kendisinden uzaklaşan ve ortamdaki her ses ile beslenerek ahenkli bir gösteri sunan sesi parçanın sonuna kadar iyice kısıldığı anda hafifçe kırdığı dizinin üzerine buraya geldiği günden bugüne dek varlığını hissettiği ancak dokunamadığı, tarif edemeyeceği kadar hoş pastel renklerle bezenmiş, uzun bir kuyruğa, ziyadesiyle tüylü bir başa ve bembeyaz bir çehre içerisine gizlenmiş zümrüt yeşili parıltılara sahip bir kuş konmuştu. Theagan parçayı sonlandırdığında dizinin üzerindeki hafif kaşıntısının sebebi ve zarif tırnaklara sahip olan bu hayvana dokunmak, nasıl bir şey olduğuna dair bir fikre sahip olana dek onu okşamak istediyse de bir anda durgun nehrin çağlamasıyla irkildi; kuşu kaçırdı. Biraz merak biraz da buruklukla iç çekerken ay taşı bakışları umutsuzlukla kararmış, bedenini terk eden neşenin yasını tutarken kaybedilen bir savaşın daha ateşi yüreğine damlamıştı. Yüreğine bırakılan her ateş huzmesi anlık esintilerle beraber geçmişe yazılan her gününün etkisiyle biraz daha dağılarak varlığını yitirirken güzel Theagan, vahşiliğin ve parmakları üzerinde ılık bir akıntıdan ibaret olan kanın hazzıyla tanışıyordu. Bir canı almanın, katletmenin, kefareti ile doldurulmuş zihni, pervasızca düşüncelerine saldıran hunhar imgelerle savaşmak ve pek tabii kılıcı kullanmayı bilmediği gibi ağırlığına da alışkın olmadığı için savaşı da kaybetmekle yükümlü kılınıyordu. Kül rengi kirpikleri nemlendiğinde ay taşı bakışlarından birisinin üzeri sığ okyanus mavilikleriyle kaplanıyor, karanlık dünyası içinde yakılan anlık kandille puslu bir dünya vaat ediyordu ona. Peki, ya bedeli? Theagan bedelinin akan gözyaşları ve yüreğini sıkıştırdığında bedeninin kasılıp kalmasına, teninin yırtılmasına ve nefes alamayacak hale gelmesine sebep olacak raddede büyük bir acı olduğunu düşünüyordu; bir anlığına bastığı toprakları kendisiyle paylaşanları kirli, buğulu ve kırık bir camdan bakarcasına görebilmenin. Böyle bir acıyla yüz yüze geldiğinde gördüklerinin bir anlamının kalmayacağını düşünse de o kandilin varlığına dair beslediği çocuksu umut, on altı yıldır yağmur hışırtıları ve seslerle tahmin etmekle mükellef kılındığı görülerinin külfetini ezip geçiyordu. Daha fazla ıslanmak istemediği için kayanın üzerinde doğruldu, nehrin kıyısı ile kaya arasında köprü vazifesini üstlenen taşların üzerinden sekerek kıyıya ulaştı.

Yeşil çimenlerle doğanın hayallerde dahi rastlanamayacağı kadar eşsiz harikalarına uzanan patikanın başına ilk adımını bıraktığında aşina olduğu kokular burun deliklerinden içeri sızarken rüzgârın bir parça kesildiğini duyumsadı. Kaşlarını ay parçası bakışları üzerine çatarken temkinli adımlarla ilerleyerek etrafını dinleyen Theagan, bir ağaç kakanın gürültüsü, semada asil ve özgürce kanat çırpan kartalın kanat sesleri, bir sincabın fındığını kemirişinin tıkırtısı ve ayakları altında ezilen çimenlerin rüzgâra karşı gösterdiği aciz direnişin hışırtısından başka kesik bir nefes alış yakaladı. Normal bir insanın yakalayamayacağı kadar kısık ancak kendisi için ziyadesiyle fark edilesi bir sese sahip bir nefes. Bacağını saran bağcıkların arasında kınıyla birlikle hiçbir canlıya zarar vermeyi düşünmeyen bir sahibenin hayatına nüfus etmiş olan Stiletto’yu, özgür kıldı. Parmakları kemik kabza ile temas ettiğinde tehditkâr olmasını umut ettiği bir sesle sordu. “Seyrin sonlandıysa ortaya çık. Kim var orada?” Burada gözlerini açtığından beri bir insanın varlığına dair iz bulamamış, aramamış, olsa da şimdi konuşabileceği hayvanlardan farklı olarak kendisine cevap verebilecek birisi olmasını arzu ediyordu. Kör olduğuna dair bütün izleri yok etmek istercesine Tanrı’dan af dileyerek elindeki kında bulunan iki bıçaktan birisini sincabın büyük bir keyifle kemirdiği fındığına fırlattı. Bıçak, sanki rica edilmiş gibi usulca ancak rüzgârı kesercesine sert bir şekilde fındığı yakalayıp onu ağacın gövdesine sapladı. Fındık bir süre daha bıçak ve ağaç arasında asılıp kalmış olsa da akabinde ikiye ayrıldı ve yerle buluştu. Gösterinin yeterince göz boyadığını umut ederek ve içinden düşünce zihnine düştüğü andan itibaren sekteye uğratmaksızın sürdüğü af dilemeyi keserek sordu.
“Evet?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dieudonné
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Vogualura :: Kabinetler :: Role Play Seviyesi :: Role Play Puanlama-
Buraya geçin: