Güneyin sarı güneşi tam en tepede parlıyordu. Diyarın bu kesimlerinde havanın her zaman sıcak olmasına rağmen bu gün sanki daha bir sıcaktı. Bu kadar güneyde hiçbir barınağın pencerelerinin camı yoktu sadece kum fırtınalarına karşın hepsinin ağır kadife kumaşları vardı. Fakat bundan tam bir hafta önce çölün kuru sıcağının yerine boğucu deniz sıcağı kenti vurunca Lord kalesindeki bütün pencerelerin kumaşlarının dürülmesini emretmişti. İkametgâhı uzaktan delik deşik bir harabeye benzemişti bütün pencerelerin örtüleri kaldırılınca, tabii bu duruma kaledeki herkesin pencere pervazlarında geçirmesi ve tanrılarına ufak bir esinti için dua etmeleri yardım etmiyordu. Uzaktan bir ağaç kütüğünü kemiren termitler gibi görünüyorlardı.
Yaşlı lord bu düşüncelerle uçuşan kol kesimleri olan beyaz mintanını savurarak kalesinin koridorlarında yürüyordu amacı kabul salonuna ulaşmaktı. Tabii olarak kalenin güneş vurmayan tarafını tercih etmişti ve bu da yolunu üç dört kat uzatmıştı. Lord her zaman huysuzdu ve vaziyet onu daha da beter yapmıştı. Kalede herkes ondan kaçıyordu o da sıcaktan kaçıyordu tıpkı kaledeki diğer herkes gibi bu yüzden kalenin içi tam bir arı kovanına dönmüştü. İşler durma noktasına gelmişti. Şehirdeki durum daha iyi değildi kuyuların üçte ikisi kurumuştu, kalanların su seviyeleri çeyreğe düşmüştü. Şehir neredeyse boşalmıştı birkaç inatçı kafa hariç. Onlar da giderse bende nihayet bu saçma sapan çöl kenarındaki menzil kalesini terk eder ve kuzenlerim keyiflerine keyif kattığı serin ve verimli topraklarımda bulunan sarayıma geri dönerim. Birden durdu o kadar sinirlenmişti ki adım atmadan önce birine bağırmalıydı fakat ne yazık ki etrafta kimse yoktu. Yaşlı elleriyle beyaz mintanın eteklerini kavradı ve hışımla döndü.
Birden sağındaki duvar halısını gördü. Atalarından biri beyaz atını çöle sürüyordu, hatırlamıştı Menzilin İlk Savunucusu unvanı kabul eden kişiydi bu krala verdiği sözler yüzünden şimdi burada onlar sefalet çekiyorlardı. Birden hışımla duvar halısı çekti onu duvardan söktü. Ve koridorda bağırdı.
“Bir daha bu lanet herifin yüzünü görmek istemiyorum, o lanet gösteriş budalası herifin yüzünü. Ona sunulan güzel kıyafetler içindeki yaşlı bir kadını kabul etti ve bizi buraya hapsetti. Eğer bir daha bu gösteriş budalasının betimlemelerini duvarda görürsem onu asandan okuyana kadar bütün kişileri bulur ve kurumuş kuyuların dibindeki çamurlara gömerim! Anlaşıldı mı? Sesi boş koridor boyunca yankılandı fakat onu duyduklarını biliyordu zira koridordaki herkes o koridora girince başka sapaklara sapmışlardı ama onu dinliyor ve takip ediyorlardı.
Sinirleri yatışan lord yoluna devam etti. Son bir dönüşü kalmıştı ve kabul odasının kapılarının önündeydi. İçeri girdiğinde bir grup insan onu bekliyordu çoğunun keyfi yerindeydi. Tahtına doğru yürüdü ve oturdu. Tahtın yanında duran Tören Ustası gümüş topuzlu asasını yere vurdu ve törensel sözleri söyledi.
“Menzilin İlk Savunucusu, Çölün ve Vahanın Efendisi, Topraklarının Hamisi, Tebaasının Babası şimdi makamında sizi dinleyecek ve karar verecek!”
Bütün ricacılar sıraya dizildi. Ve kabul töreni başladı. Önce Şehir Kumandanı öne çıktı.
“Lordum şehirde sadece on hane kaldı ve onlarda bu gün ayrılacaklar yani kısa zamanda ayrılabileceğiz.” Bu haber lordu sevindirmişti. Salondakilere döndü ve konuştu.
“O zaman hazırlanın yarın gün batarken ayrılıyor ve Şehrime gidiyoruz nehirlerin arasındaki serin Alkem’e!” Sonra yüz ifadesi sertleşti ve devam etti.“Bu yüzden sıcaktan kaynaklanan bir şikâyette bulunacaklar hemen salonu terk edip eşyalarını hazırlamaya koyulsunlar." Salon neredeyse boşladı sadece bir kum rahibi kalmıştı. Adam yavaşça öne çıktı ve konuşmaya başladı.
“Eğer ekselanslarını memnun edecekse son bir kez Bulutların Ötesindekilere yalvarmak istiyoruz.”
Lordun kahkahası haşindi ve cevabı daha da. “Ah, istersen o yarı çıplak çığırtkanların bütün yıl çölde kalıp yalvarabilirler ben yarın akşam gidiyorum." Sonra heyecanla beklemeye başladı. İşte gidiyordu, yaşlı rahip homurdanarak çıkmasını bile görmezden geldi. Gidiyordu işte gidiyordu. Yıllardır kurtulmak istediği bu fırından kaçıyordu nihayet kuzeye gerçek şehrine gidiyordu. Fakat bu heyecanı uzun sürmemişti.
Bir ulak hızla içeriye girdi ve getirdiği mektubu eline tutuştur üzerinde bir kraliyet mührünün benzeri vardı. Mektup bütün hayallerini yıktı. Ah, evet hala dönüyordu fakat savaşa gidiyordu evine değil.